27 mart 1998 karanlığın Hollanda adeleti adiyla, Türk, İngiliz ve yobazlaşan Kürt gurubun Kabuslaşarak bedenime hükmettiği gündür.
27 mart 1998 Diyarbakır Kürtlüğüne tarihin hatırlatışı ve zayıf olmanın yüreğime saplanışıdır.
27 mart 1998, yaşam saatimin esir alınıp işkencelerle sonlandırmayı hayal edip muratlarına eremeyen çirkef zorbaların, zulümkarların, ihanet odaklarının ve zavallıların çocuklarının, torunlarının ve uluslarının yüzlerine tükürülecek günün tarihidir.
İnsan gibi yaşamaktan başka hiçbir beklentileri olmayan biz Kürt halkının, özgürlük yürüyüşünün saygın bir adımı olarak anılacak bir gündür.
Altı yıla yakın izolasyon işkencesi, Kürtçe konuşma ve yazışma yasağı ve EBİ denen cehennemden dış dünyayla iletişim engelinin ötesinde aile bireylerimin düşman oyununa yenilip rezilleşmeleri de elbette ki benliğimi karamsarlığa mahkum edemeyecektir. Tarih doğruların, yanlışların, zihniyet kirliliğinin ve de yiğitliklerin tanıklığıyla anımsanır.
27 mart 2007 yani dokuz yıl sonra bugün yine alçak diyarında yüreğimde sayısız yaraların sancısıyla, bedenimdeki arızaları umursamadan başım dik yaşıyorum. Düşman tarafının derin faşist naralarının aslında korkularının çığlığı olduğunu nasıl görebiliyorsam, Hollanda Devletinin, benim davam için elime geçmiş olan bilgi ve belgelerin varlığına karşılık kendince çıkış yolu arayışını da izliyorum. Çirkinleşerek zavallılaşan yakınlarımın beni derin üzüntü ve sıkıntıya sürüklemesine karşın, yürekli bazı yakınlarımın ve dostlarımın sıcak ilgileri mücadelemin yok edilmediğinin kanıtı olarak önemli değer ve ölçüde enerji olup bedenimi sarmış olmasının keyfini de hissederek yaşıyorum.
Bu dokuz yıl pek kolay geçmedi. Özellikle eşim ve bebelerim için geçen bu dokuz yılın her anı ayrı bir işkence gibi olmuştur. Abdullah kardeşimin hastalığının etkisiyle bazı ucuz kişilerin kendisiyle bir arada olmalarının esas amaçlarını göremeyerek oyuna gelmiş olması ve tutuklanması bana üzüntüden öteye ızdırap vermiştir.
Şirin kardeşimin bilinçaltında var olan ucuz kişiliğinin açığa çıkması ve ulaşabildiği her yere aşağılık yalanlarla sözler sarf etmesi tedavi edilemeyecek yaralar oluşturmuş.
Oğlum Renas’ın pasaport alıp ziyaretime gelmesi, on bir yaşına gelmiş olan bebemi kucaklayıp koklamak, Tanrıyı kucaklayıp koklamak gibi geldiyse de diğer üç bebeme olan hasretimi dindiremedi tabii ki.
Eşimin aniden ameliyat olma gereksinimi ve ameliyat olmasının bana verdiği stres, eşimin dokuz yıla yakındır, doktorların ‘ameliyat olman şart’ dediklerini benden gizlemiş olması, Kürdün acıyı bal eylemiş olmasını hatırlatıp sorumluluğumun stresi yenmesini sağladı.
Biz, sıkıntılı acılarla çürüklerimizi ayıklayarak sağlamlarımızla gelişmek için yaşamaya devam edeceğiz. Bizi sömürmeyi ve kendi çıkarları için malzeme olarak kullanmayı kendilerine hak gören zulümkarlara inat gelişerek yaşayacağız. Elbette kendimize sahip çıkabilecek ortamı oluşturarak.
27 Mart 2007
Hüseyin Baybaşin