Sürekli olarak birçok çevrenin konuşmaları ve değerlendirmeleri söyleniyor, dinleniyor. Ancak net olmamız gereken husus şudur: Kürt milleti 100 yılı aşkın süredir zulme maruz kalmıştır. Bu zulmün doğal sonucu olarak tepkiler oluşmuş, bu tepkilerin doğurduğu mücadele süreçlerinde birçok insanımız hayatını kaybetmiştir. Bunu hepimiz biliyoruz.
Gelinen aşamada Türkiye’yi yönetenler kardeşlikten, barıştan ve “terörsüz Türkiye”den bahsediyor; fakat Kürtlerin maruz kaldığı zulme dair tek kelime etmiyorlar. Kürtlerin uğradığı mağduriyetler nedeniyle kendilerine karşı yapılması gereken herhangi bir çalışma, bir telafi ya da adım konusunda hiç söz etmiyorlar.
Böylesi açık bir gerçeğe rağmen Kürtlerin hak ve hukukunun yok sayılması, baskı ve kirli oyunlarla kendi haklarından vazgeçmelerinin beklenmesi cehalettir. Ayrıca uyguladıkları kirli oyunlar somut delillerle ortadadır. Türk milleti de diğer milletler gibi kendi kendini yönetme hakkına sahiptir. Bu konu tartışma konusu yapılamaz. Toprağımız var, dilimiz var, bayrağımız var ve bir milletiz. Diğer milletler gibi biz de bu değerleri ulusal çerçevede yaşatmak ve geliştirmek isteriz. Demek ki mesele güç yetirenin dediğinin olmasıdır.
Bugün de aynı kirli oyunlarla, aynı dayatmalarla aynı statükoyu sürdürmeye çalışmaları elbette farklı tepkiler doğurur.
Kürdistan Birleşik Devletleri’nin resmileşmesi çerçevesindeki çalışmalarımız, ittifaklıklarımız ve müttefikliklerimiz bazı çevrelerce yadırganıyor ve farklı şekillerde yorumlanıyor. Net olarak söylüyoruz: Herkes haddini bilmek zorundadır. Yapılan zulme karşı zulmün giderilmesine yönelik kapı aralamak zorundayız. Yeni bir statükonun oluşturulması gerektiğine inanıyoruz ve bu gerekliliği görüyoruz.
Biz, Kürdistan Birleşik Devletleri Hükümeti olarak, Kürt milleti adına; milletimizin kendi vatanı ve toprağı üzerinde kendi kendini yönetmesi için kiminle ittifak kurmamız gerekiyorsa, kiminle müttefik olmamız gerekiyorsa bunu tereddüt etmeden, tartışmadan yaparız. Bu bizim hakkımızdır.
İsrail ile veya ABD ile kurduğumuz ittifakların “kardeşliği bozduğu” ya da “Orta Doğu’nun huzurunu kaçırdığı” yönündeki söylemler bizim umurumuzda değildir. Kim olursa olsun, istedikleri kadar konuşabilirler. Türkiye’nin sınırlarını çizenlerin Fransız ve İngiliz devletleri olduğunu kimse unutmamalıdır. Kimse bize edebiyat yapmasın; kimse ucuz hesaplarla karşımıza çıkmasın.
Eğer bugün Türkiye’yi yönetenler Kürt milletinin hakkından, hukukundan bahsedebiliyorsa bu, 50 yıllık sistemli bir mücadelenin kazanımıdır. Birinci Dünya Savaşı’nda Kürdistan’ın parçalanmasından ve 1923 Lozan Antlaşması’nda Kürdistan’ın yok sayılmasından sonra Kürt milleti adına direniş güçlerinin yürüttüğü mücadelenin ortaya çıkardığı bir kazanımdır.
Bizim topraklarımız niçin işgal edildi? Biz niçin onlara sessiz kaldık? Niçin mücadelemizi gerektiği gibi yürütmedik? Niçin gerekli ittifakları kurmadık? Tüm bunlar bizim eksikliğimiz, kusurumuz, ayıbımızdır. Ama diğer yandan da bugün aklımız başımızdadır.
Buna yönelik önümüzü kesmeye çalışanların da haddini bilmesi gerekir. Her bir insanımızın akan kanı bizim için kutsaldır. Mücadele içinde yer almış, işkence görmüş her bir insanımız değerlidir. Kimse bunu basitleştirmeye kalkmasın.
Görüyoruz; konuşuyorlar, anlatıyorlar ama milyonları aşan insanımız katledildi, hapsedildi, işkence gördü. 5–6 milyon insanımız zorla kendi topraklarından koçber oldu. Tüm bunlar ortadayken bunlarla ilgili tek bir kelime etmiyorlar. Bir komisyon kurulmuş; bu komisyon işini yapsın. Ama Türkiye’yi yönetenlere de sözümüzdür: Kürtlerin mağduriyetlerinden niçin tek bir kelime edilmiyor?
Özellikle de kendini Kürtler adına siyaset yaptığını iddia edenlerin bunu net bir şekilde duyması gerekiyor: Adınız Erdoğan olur, Kürt milletvekili olur fark etmez. Kürt milletinin hakkının ve hukukunun savunulmadığı her yerde bizim sesimiz yükselecektir. Bunun çok iyi anlaşılması gerekir.