Bu yazının başlığı bir paragraf gibi-kadar oldu. 1995 yılının 24 Aralık günü Belçika Hollanda sınırında (Breda) tutuklandım. Şimdi biliyoruz ki, benim Hollanda’ya gelmem, Türkiye ve Hollanda devletleri arasında yapılmış olan anlaşma dolayısıyla-çerçevesinde organize edilmiş.
Hollanda’ya girişte tutuklandığımda “İnterpol kırmızı arama emri” olduğuna dair gerekçe olduğu söylendi.
Hollanda polis, savcı ve mahkemeleri hep aynı gerekçeyi kullandılar. Ancak İnterpol’un resmi yazısı hiçbir zaman bana veya avukatlarıma verilmedi.
Şimdi, o tarihte ve hiçbir zaman İnterpol kurumuna benim tutuklanmam için talepte bulunulmamış ve İnterpol benim tutuklanmam için kırmızı veya başka bir renkte emir-arama-tutuklanma kararını yayınlamamış.
O tarihte Türkiye Hollanda devletleri arasında yapılmış olan kanunsuz anlaşma sonucu tutuklanmışım. Hollanda’ya gelmem de iki devlet arasında organize edilmiş. O tarihte Sayın Ali Ghazi ve Sayın Melik Fırat dostlarımla birlikte PKK-Alman devleti arasında anlaşma sağlamaya çalışıyorduk.
Bugünkü avukatlarım ısrarla, Hollanda devletinin makamlarına, 24 aralık 1995 yılında tutuklanışım ile ilgili bilgilerle ilgili evrakların bize verilmesini veya olayın doğrusunu öğrenmek için soruyorlar, ancak şimdiye kadar yanıt alamadık. O dönemde avukatım olan Bay V. Koppe ve Bayan B. Böhler de bu soruyu yanıtlamadılar. Bu anlatımlarımın yazılı belgeleri bizde mevcuttur. Farklı basın yayın ve sosyal medya da yayınlanmış olan bu belgeleri yakında toplu olarak yayınlayacağız. Resmen taleplerimizi Hollanda Adalet Bakanlığı dürüstçe yanıtlamadı, ama ADALAT BAKANLIK görevleri bize hepsini gizlice gönderdiler.
1996 yılının 24 Aralık’ında tam bir yıl sonra ev hapsinde ve Hollanda dışına çıkmamak şartıyla serbest kaldım.
27 Mart 1998 yılında yeniden tutuklandım.
Bir yıl üç ay kadar zorunlu ikamet ettiğim Hollanda da yapmış olduğum önemli çalışmalardan biri, PKK ve Türkiye devleti arasında barış anlaşmasını sağlamaya çalışıyorduk. Bu çalışmayı Türkiye devletinin görevlilerinin benden ısrarla rica etmeleri üzerine yapmıştım.
PKK ve Almanya devleti arasında bir anlaşma sağlanmasının düşüncesi ve kararı benimdir.
Sayın Ali Ghazi, benim ricam ile ikna oldu ve kendisi Alman devletini ikna etti.
Bu konu ile ilgili PKK önderliğini ikna etmek için Sayın Melik Fırat Bey’in kendisiyle gitmesi Ali Ghazi Bey’in istek ve kararıydı.
Ben Hollanda’da ev hapsindeyken, PKK ve KDP ile yekiti arasında barış anlaşması sağlamak amacıyla Ali Ghazi ve Melik Fırat Bey’lerle benim evimde birçok toplantılar yaptık.
Bu amaçla Ali Ghazi ve Melik Fırat Bey’ler birkaç kez Şam ve Erbil’de PKK önderi Sayın Öcalan ve KDP önderi Sayın Barzani ile Yekiti’nin önderi Sayın Talabani ile görüşmeler yaptılar.
27 Mart 1998’de Hollanda’daki evimde barbarca tutuklandığımda bu tür işlerle uğraşıyordum.
Kürd işverenler birliği, Kürd esnaflar birliği ve Kurdistan ulusal kongresinin kuruluş çalışmalarını da PKK önderliği ile müşterek çalışmalar çerçevesinde yürütüyordum.
ERNK’nin Avrupa sorumlusu olan Şahin kod adlı arkadaş ve Türkiye devlet görevlilerini, Hollanda’da bir araya getiren ve toplantıda aracı olarak hazır bulunan bendim.
Durup dururken niye tutuklandım?
İlk tutuklandığımda çok şaşırmıştım. Tutuklanmamdan iki hafta sonra Prof. Bovenkerk ve Yücel Yeşilgöz adlı soysuzların imzaladıkları “Türkiye’nin mafyası” adlı kitap, yalan makinası olarak yayınlandı.
Ben o tarihte, tutuklanmamdan iki veya üç hafta sonra Sayın Öcalan’a iletilmesi için bir mektup yazdım. İzahatlardan sonra, net olarak dedim ki; “Benim ve yakınlarımın tutuklanmamızı gerektiren hiçbir yasal neden yoktur. Bizim tutuklanmamız, Kürd halkının yasal zeminde özgürlük mücadelesine ve yasal çerçevede kurumlaşmaların gelişmesine engel olmak için daha büyük bir saldırının hazırlığıdır. Bize yapılan saldırıya kararlı siyasi müdahale olmaz ise, yeni ve daha büyük ve vahim saldırı da önlenemeyecektir”.
O dönemde Sayın Öcalan ile her gün birden çok kez görüşen Sinan arkadaşa gönderdim mektubu. Başkan Apo, Sinan arkadaşı Şam’da görüşmeye çağırıyor. Sinan ARKADAŞ çok dürüst ve çok değerli bir Kürd’tür.
Serok Apo ile benim davam hakkında konuşmalarının detaylarını bana anlattığı gibi o süreci de detaylı olarak benim davanın görüldüğü mahkemeye de yazdı.
Sinan arkadaş daha Şam’da iken, Serok Apo Suriye’den ayrılıp Kenya’da rehin alınmanın ilk adımını atmış oldu.
O dönemde, benim aracılığımla başlamış olan PKK Türkiye devletinin barış görüşmeleri sürüyordu.
PKK yönetiminden rica edilmiş olan ateşkes dahil bir çok adım atıldı.
Deniz Baykal’ın Siirt’teki CHP mitinginde “Kürd kadınlarından özür diliyorum” söylemine Sayın Öcalan’ın yorum yapması bizzat benden rica edildi ve ben ilettim. Sayın Öcalan aynı gece MED Tv’de soylu bir lidere yakışır değerlendirme yaptı.
“Eğer devlet, bize söylediği gibi barış istiyorsa ve katkısı olacaksa, gerekiyorsa ben uçağa biner Ankara’ya gelirim” dedi. Bu söylemi o zamanındır.
Eğer o çalışmalarımız barış ile sonuçlansaydı 1997 yılından bugüne savaş nedeniyle yaşamlarını yitirmiş olan insanlar yaşıyor olacaklardı. Tahribat derinleşmeyecekti. Irak ve Suriye savaşları olmayacaktı.
2013 yılında Paris’te kalleşçe katledilen SAKİNE ve beraberindekiler PKK ve Türkiye devleti arasında barış anlaşmasının sağlanacağı bir döneme denk geldi. Sakine Cansız sıradan bir siyaset insanı değildi. Barış görüşmelerinin olumlu sonuçlanması için kararlı çalışmalar yürütüyordu.
Beraberindeki çalışma arkadaşları da hayatlarını siyasi çalışmalara adamışlardı.
Olağanüstü yetenek ve şahsiyet olan SAKİNE ve çalışma arkadaşlarının kalleşçe katledilmelerine kim veya kimler karar verdi?
Bu konuyla ilgili bildiğim kapsamlı bilgiler var.
Cansız ailesini yakından tanıyorum. Hepsi biribirinden değerli ve soylu Kürd halkının üstün ve asil tüm insani değerlere sahip bu aile’yi yakından tanıdığım için, başından beri davayla ilgilendim.
Aile bireyleriyle görüştüm.
Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Türkiye ve İran’da bu konularda bilgi edinebilinecek şahsiyetlerle görüştüm.
Tesadüfen, Ömer Güney denen zavallı soysuz ile birlikte ceza yatmış olan bir şahıs’a ulaştım.
Edindiğim bilgileri, Cansız ailesinin saygın bireyleri ile paylaştım.
Edinmiş olduğum bilgilere değinmeyeceğim. Cansız ailesi dışında hiç kimse ile paylaşmayacağım. Çok gerekli olursa eğer, Cansız ailesinin onayı ile kendilerinin istekleri doğrultusunda bu konuyla ilgili konuşur ve yazarım.
Bu yazıyı yazarken, benim başımdan geçen acı ve tiksindirici bir olayı hatırladım.
2001 yılında ilk kez Hollanda’nın Vught hapishanesinin EBİ denen yüksek güvenli bölümünden mahkemeye çıktım. Hollanda’nın polisi, savcısı, hakimleri ve de gardiyanları o dönemde bana karşı, Kürd köylerinde barbarca davranan Türkiye’nin jandarmasından çok daha fazla kötü ve çirkin davranıyorlardı.
Benim yakınlarım ve dostlar İngiltere’nin Londra şehrindeki Hollanda büyük elçiliği önünde çok kalabalık protesto mitingi organize ettiler. Türkiye ve Dünya basınına konu oldu. Hemen arkasından İngiltere ve Türkiye basını benim ve ailem aleyhinde iftira ile karalama propagandasına başladılar.
Kardeşlerimin aleyhinde İngiltere’de asılsız temelsiz gerekçelerle davalar başladı. O çirkin saldırıların bilgi kaynağının PKK’nin kontrolünde olan Londra halk evi olduğu basına yansıdı. Aynı dernek bir yazı yayınlayıp benim ailemle görüşecek Kürd’lere “ceza keseceklerini” ilan ettiler. Kürd aileler bizimkilerle görüşüp halk evine tepki gösterdiler. Sonra bizimkilerle görüşen biri Tunceli’li ikisi Bingöl’lü aile’lere ait işyerlerini yaktılar.
Hergün bir başka Kürd aile’ye bu nedenle saldırdılar. Aynı dernek hiç utanmadan kendilerinin yapmış oldukları o çirkinlikleri “Hüseyin Baybaşin yaptırıyor” diye yazılı açıklamalar yaptılar. İngiliz Polisine ifade verdiler. O rezalet iki yıl devam etti. İngiliz ve Dünya basını, benim ve aile bireylerim hakkında yazmış oldukları tüm iftiralara halk evi açıklamalarını kaynak gösterdi.
O dönemde kardeşim Abdullah’a mektup yazıp olayları sordum. Bana avukat ile bilgileri gönderdi. Gazete küpürlerini ve Halk Evi’nin açıklamalarını gönderdi. Kardeşim mektubun altına şu notu yazmıştı: ‘’Abi, PKK’nin bize yaptıklarını ne Mehmet Ağar, ne Demirel, ne Çiller, ne de Türk devleti bize yapmadı’’.
PKK’nin o dönemdeki yetkililerine, inandığım ve saygı duyduğum insanları gönderip izahat istedim. Gelen cevaplar anlamsızdı. Sözde hiçbir sorun yokmuş. İngiltere’deki dernekte bir ajan varmış ve hepsini o ajan yapmış. Talimatı da direk MİT’ten almış. Ben bu cevap’a çok kızdım ve PKK’nin benim aileme karşı yapmış olduklarını “kimin eli kimin cebinde” başlığıyla bir yazı yazıp basına ve PKK derneklerine gönderdim. İki günlük açlık grevi ile de durumu protesto ettim. Yalnızca Türkiye basını yayınladı açıklamamı ve Kurdish Media diye bir internet sitesi yayınladı. O dönemde hayatımın en acılı günlerini yaşıyordum çünkü tecrit edilmiştim. Bebelerimle dahi telefonla görüşemiyordum. PKK’nin kontrolündeki dernek ve basını, PKK adına yapılan pislikleri, Hüseyin Baybaşin hapishane hücresinden emir gönderip yaptırıyor diye propaganda yapıyorlardı.
Benim basın açıklamamdan ve açlık greviyle protesto etmemden sonra PKK dernekleri ve basını sustu ama Dünya basını halen o yayınları kaynak gösterip aleyhimde kara propagandayı sürdürüyor.
Bugüne kadar da ben PKK yönetiminden hiçbir izahat almadım.
2001 ve 2002 saldırı hengame sürecinde Hollanda mahkemeleri o yayınları da delil gösterip bana müebbet ceza verebildiler.
Bu konu daha önce de yazıldı. Dolayısıyla daha geniş bilgileri sosyal medya ortamında bulabilirsiniz.
Şimdi bu konuyu bu yazının içine niye kattım?
Öncelikle Kurdistan halkının maruz kalmış olduğu zulum ve soykırım dayatmasına karşı direnip canlarını defa eden soylu Kürd insanının öncülüğünü üstlenen birey ve hareketler, kendi kusurlarından, eksiklerinden ve hatta suçlarından ders çıkarıyorlar mı? Bu soruyu her Kürd yurt severinin sormasını rica ediyorum.
PKK ve PKK’ye bağlı çevrelere şu soruları sormanızı da ayrıca rica ediyorum:
1- Hüseyin Baybaşin hiçbir suç işlemediği halde Hollanda’da niye tutuklandı? Niye şimdiye kadar hapiste? Siz bu dava’dan nasıl bir ders çıkarttınız?
2- 2001 ve 2002 yıllarında Hüseyin Baybaşin ve ailesine PKK adına yapılmış olan çirkin propaganda yayınlarından ve saldırılarından nasıl bir ders çıkarttınız?
Hüseyin Baybaşin’a yapılan saldırılar ve temelsiz iftiralar gibi tutuklanması Kürd özgürlük hareketine ne kazandırdı? Ne kayıp ettirdi?
3- Serok Apo’nun Suriye’den çıkışından Kenya’da esir alınmasına kadar gelişen olayların doğrusunu biliyor musunuz? Biliyorsanız şimdiye kadar niye doğrular yayınlanmadı ve Kürd halkı bilgilendirilmedi?
Serok Apo niye korunmadı? Serok Apo’nun korunamamasından nasıl ders çıkarttınız?
4- Sakine Cansız ve iki çalışma arkadaşı niye korunamadı?
5- Ömer Güney denen soysuz, Sakine ve çalışma arkadaşlarını katletmeden bir hafta önce Hollanda’da Zeeland bölgesinde, Türk konsolosluğu tarafından organize edilen PKK’ye karşı protesto mitingine katıldığından ötürü, aynı bölge polisi tarafından tutuklanmış ve serbest bırakılmış. Bu adam nasıl Sakine arkadaşın yanına kadar girebilmiş? Bu şahıs kim görevlendirmiş? Bu şahı, üç Kürd siyasi kadınını katletmiş ve ondan sonra çok rahatça derneklerde PKK mensuplarıyla birlikte günlük yaşamına devam etmiş. O adamın suçlu olduğu kesin suçlu olmasına rağmen kimden cesaret alıp öyle rahat davranabilmiş? Daha da ileri giderek, o Dünya güzeli üç insanımızı katleden o it, aile bireyleriyle birlikte cenaze işlemlerini yapmış ve cenazeleri hava alanına götürmüş. O it nereden kimden almış o cesareti? Paris katliamı sürecinde ve katliam anına kadar Ömer Güney denen it ile birlikte olan diğer şahıs kimdir? Esas kimliği nedir?
O şahıs Paris derneklerine nasıl girmiş? Kimin tanıdığıdır? O şahıs nerelidir?
Daha çok soru sorabilirim. Ancak bu sorularla yetineceğim. Herkes gibi bu sitenin saygıdeğer takipçileri de niye bu yazıyı yazdığımı merak edeceklerdir.
Geçen hafta Almanya kaynaklı bir haber Dünya basınına manşet oldu. Sözde bir MİT mensubu ile Çorum’lu Mustafa Karataş adlı şahıs arasında geçtiği konuşmanın içeriğine göre, Hollanda’nın Den Haag (Lahey) şehrinde var olan karargahta Avrupa’daki PKK’lilere yönelik ölüm listeleri hazırlanmış ve uygulanmasının çalışmaları yapılıyor.
1992 yılından itibaren ilan edilen ve uygulanan ölüm listelerini biliyoruz. O listelerde adı olanlardan biri olarak şimdiki haber nedeniyle Dünya basınının birçok mensubu bana sorular sordular. Dolayısıyla olayları özetleyerek ve sorular sıralayıp yazarak sizlerle paylaşmayı tercih ettim. Dünya basınının mensupları da sorularının yanıtlarını bu yazımızın içeriğinde bulsunlar.
Kabul edilmesi gerekir ki ulusal kurtuluş mücadelesi süreci çok zorludur. Zorluklar ve acılar iç içe olur. Kürd halkının ulusal kurtuluş mücadelesi ise Dünya’da benzeri yoktur. Düşman bir tek halk veya devlet değildir. Kürd halkının düşmanlarının hepsi barbardırlar. İnsani değer yargılarından uygar hak, hukuk ve adalet anlayışından yoksundurlar. Bu ve benzeri olumsuzluklar, Kürd halkının ulusal kurtuluş mücadelesi adına oluşan yapılanmalar, yöntemlerinde yanılabilirler. Yanlış uygulamalar yapabilirler. Yanlış yöntem ve uygulamalar çok değerli canlara mal olabilir. Kürd halkının ulusal kurtuluş mücadelesinde benim kaç akrabam canından olmuş kaç akrabam sakat kalmış ve kaç akrabam sürgünde yaşamak zorunda kalmış ve kaçının zındanlarda mağdur olduklarını yazmaya gerek görmüyorum.
Hepimiz için önemli olan, maruz kalmış olduğumuz baskılardan, olaylardan ders çıkarıp doğru yöntemlerle mücadelemizi başarıyla tamamlamak olmalıdır.
Kurdistan halkının ulusal kurtuluşu adına en doğru yöntemlerle mücadele eden yapılanmaların da derin acılarla sonuçlanan hataları olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Eksiklerimizi ve kusurlarımızı mücadelemize malzeme yapabilmeliyiz.
Eksiklerimizden, kusurlarımızdan ders çıkarabilecek kadar olgun ve becerikli olursak ancak başarılı olabiliriz.
Bu yazımızın içeriliğinde anlaşılması gereken şudur:
1995 yılında Hollanda’da suçsuz yere ve kanunsuzca tutuklanışımdan ders çıkarsaydık eğer 1998 Mart ayında yeniden barbarca ve asılsız suçlamalarla beni cezalandırmaları mümkün olmazdı.
Bunlardan ders çıkarabilseydik, Serok Apo o şekilde basit oyunlarla tuzağa düşürülemezdi.
Bu olaylardan ders çıkarsaydık, hem PKK dernekleri hem de benim yakınlarım düşman oyunlarına-tuzaklarına düşmez ve Londra’da biribirleriyle uğraşmazlardı. Başımızdan geçen ucuz tuzaklardan ders çıkarabilseydik, SAKİNE seviyesinde bir siyasi insanımızın yanına gidebilmeyi bir tarafa bırakalım, nerede olduklarını dahi bilemezdi o itler.
Siyasi amaçla Kürd’ün köpeğinin dahi uğrayacağı saldırı tüm Kürd’lere yapılmış olarak kabul etmeliyiz. Maruz kalmış olduğumuz tüm saldırılardan ders çıkarıp yeni saldırıları boşa çıkarmayı başarmak zorundayız. Sorularımızı soralım. Cevaplarımızı alalım. Olumlu ve yapıcı davranalım. Kurd u Kurdistan her bijî diyelim.
Bu yazı, Sakine Cansız ve iki çalışma arkadaşlarının kalleşçe katledilmelerinin ve tarih boyunca Kürd halkının özgürlük mücadelesine hizmet edenlerin ve bireysel hiçbir karşılık beklemeden canlarını vermiş olan şehitlerimizi saygıyla anmak için yazıldı.
Her halkın kusurlu insanları vardır. Fırsatçıları, çıkarcı ucuz kişilikleri de vardır. Kürd halkının da bu tip insanları vardır. Ancak Kürd halkını Dünya’nın diğer halklarıyla kıyaslarsak, Kürd halkının soylu asaletleri gereği Fedakar insanının yüzde oranının çok daha fazla olduğu görülüyor. Kürd halkının olağanüstü zor şartlara rağmen, insani değerleri koruyabilmiştir. Kürd halkının canfeda şehitleri bunun berrak örneğidir.
Kürd halkı tarihi boyunca başka halklar için imparatorluklar devletler kurmuşlar. İnsani değerlere bağlılık çerçevesinde sahip çıkmış oldukları halklardan ise hep kalleşlik görmüşler. Kendilerine Türk diyen ve kendilerini Türkiye’nin sahibi olarak görenler bunun en açık örneğidir. Bu anlamda bu örnek son yüz yılın görülen örneğidir.
Bu olumsuzlukların ve sistemli olarak Türkiye devleti adına insanlarımızı kirletip etkisizleştirme çalışmalarına rağmen, Cihan’a örnek olan canfeda insanlarımızın insanlık adına veriyor oldukları özgürlük mücadelesinde destanlar yazılıyor.
Kobane’de kendi bedenini düşman tankını imha etmek için feda etmiş olan kızımız ve benzeri canfedalık, gelecek bin yıllarda saygıyla anılacak gerçek kahramanlık destanlarıdır. Binlerce böyle örnekler vardır. Bu canfedalık ve gerçek kahramanlıklara terörist diyebilmek ruh hastalığıdır. Bu canfeda insanları canlarını feda etmeye zorlayan anlayış faşizmin sadizm anlayışıdır.
Bu insanları bu canfedalığa zorlayan halklar ve devletler asla ve asla iflah olmayacaklardır.
Bizi yaratan Xweda’nın gazabından asla kurtulamayacaklardır. Bunu bilelim. Buna inanalım.
Bunları belirtmekle birlikte, halkımız özgürlük mücadelesi sürecinde içine düşürüldüğü hataları kabul ederek ve ders çıkararak hedefine ulaşmayı başarmak zorundadır. Anlatımlarımın bu amaca inançla hizmet olduğunun bilinmesi gerekir.
Kendimizi tanıyalım. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi asla unutmayalım. Bize karşı yapılmış iyilikleri özellikle de canfedalığı asla unutmayalım.
Daha da önemlisi bize karşı yapılmış olan kötülükleri, zulümü ve soykırım dayatmasını asla ve asla unutmayalım. Asla ve asla kabul etmeyelim.
Bu çerçevede düşmanımızı, düşmanlarımızı çok iyi tanıyalım. Asla ve asla kendi insanımıza sırtımızı dönüp düşmanımızı kendimizden, kendi insanımızdan daha üstün olarak kabul etmeyelim. Kusurlarımızı görelim. Hatalarımızdan ötürü af dilemesini, soyumuzun asaletinin gereği ve özgürlük mücadelemizin temeline malzeme olarak görelim.
Bize düşman olanlara güvenmeyelim. Ancak diyalog’dan kaçmayalım.
Bize düşman olanlar, kendi kusur ve zulum dayatmalarını onarmak amacıyla bizden af dilediklerinde, onları af etmeyi, soyumuzun asaletinin gereği olarak görelim.
Şartlar oluştuğunda af edelim ama asla unutmayalım.
Bağımsız Birleşik Kurdistan Devletinin resmileşmesine hizmet etmenizi diliyor dem xweş diyorum.
Saygılarımla, Hüseyin Baybaşin