Son dönemlerde bazı çevrelerce Türkiye’nin yöneticilerinin ve bazı şahısların uyuşturucu trafiği ile ilgili ilişkileri anlatılıyor ve benim 30 yıl önce kamuoyunun gündemine getirdiğim olaylar anlatılıyor. Bir hatırlatma yapmak istiyorum. Burada benim o zamanki açıklamalarım birilerine kızmak veya birilerini hedeflemek değildi. Türkiye’de devletin kanunsuz işlerde uğraşmasının halka yarar değil zarar getirdiğini ve böylesi kanunsuzlukların devlet eliyle yapılmaması gerektiğini ve son bulması gerektiğini söylemiştim. O söylemleri ben devlet yetkilileri ile konuşmuş devlet yetkilileri ile tartışmıştım. 1989 yılında kendi otelimin terasında basın açıklaması yapmıştım. Basın açıklamasından sonra polisler beni alıp götürmüş ikinci şubede on yedi gün işkence görmüştüm. O söylediklerimi geri alayım diye. Almadım tabii ki ve kuru iftiralarla beni yargı önüne çıkardılar. O zaman savcılar ve hakimler Bakırköy Adliyesi’nde dürüst davranmış ve beni serbest bırakmıştı. O işkenceciler yargılanmıştı. Burada demek istediğim husus; Türkiye’de benim o açıklamalarımdan sonra Susurluk Olayı da oldu ve parlamentoda yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin parlamentosunda Araştırma Komisyonu oluşturuldu ve soruşturma yapıldı. O soruşturmada ifade veren birçok devlet görevlilerinin yanı sıra Mesut Yılmaz da başbakan sıfatıyla ifade verdi .İfade de parlamenter üyelerin sorularını yanıtlarken; ‘‘Uyuşturucu trafiği devlet kontrolünde yürüyordu’’ diyor. Yani onun başbakanlığı döneminde bile uyuşturucu trafiğinin devlet kontrolünde yürüdüğünü kendisi itiraf etti. O zamana kadar ben birçok açıklamalar yapıyordum ama o açıklamadan sonra yani Mesut Yılmaz’ın izahatından sonra benim görevim bitti. Benim için halkı uyarmak devlet içindeki değerli görevlileri dürüst görevlileri, savcıları göreve çağırmaktı. Kimse görevini yapmadı. O zaman da belirttiğim gibi asıl suçlu olan Mehmet Ağar değildir. Asıl suçlu devlettir.
Bugün açıklamalar yapan şahsiyetler ile ilgili konuşmak istemiyorum. Ancak devletin halen o pislik işleri yürüttüğü ve bu çalışma yönteminin usulsüzlüğün hiçbir şekilde değişmediği görülüyor. Bir de Türkiye’de genel bir kural var. İnsanları devletin kirli işlerine bulaştırırlar. Devletin kirli işlerini yaptırırlar. Sonra da o insanlar yapmış gibi içinden çıkarlar. Ama devleti yönetenler Çiller, Demirel ve şimdi Erdoğan. Bunların al birini vur ötekine. Birbirlerinden hiçbir farkları yok.
Burada halkın bir karar vermesi gerekiyor. Kürd halkına zulüm etmek ve zulmü haklı göstermek için devletin yapıyor olduğu kanunsuzluklara seyirci mi kalacaksınız? Yoksa devletin kanunsuzluklarını yaparak devlet konumunu sürdüremeyeceğini görerek Kürd halkına zulme son vereceksiniz. Kanunsuz işleri yapan devlet yetkilileri de olsa kanunlar önünde eşit olduklarını ve hesap vermeleri gerektiğini kabul edeceksiniz. Ona göre sistemi oluşturacaksınız.
Bay Erdoğan Türkiye’de bir diktatörlük rejimini oluşturdu. Astığım astık, kestiğim kestik ve çaldığımda benim için helal anlayışı ile devleti yönetiyor. Bu bir yere götürmez kimseyi.
Bu izahatları birçok çevrenin gönderdiği mesajlara cevap olması amacıyla gerekli gördüm.
Kurdistan Birleşik Devletleri’nin resmileşeceği inancıyla yaşamımızı sürdürüyoruz.
Saygılarımla,Hisên Baybaş