Türkiye 2023 yılında Cumhurbaşkanını seçmek için yeniden sandık başına gidecek ve 50+1 oranında oy alan aday Cumhurbaşkanı seçilecektir. Yeni sistem en azından kabaca böyle ve bu yeni sistemde Kürt seçmenin oyu belirleyici hatta hayati önem taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki hangi siyasi zihniyeti taşıyorsa taşısın aday olması muhtemel herkes Kürtlere şirin görünmeye çalışmakta, her fırsatta mavi boncuk dağıtmaktadır. Klasikleşen ‘Kardeşiz’ söyleminden tutun da ‘etle tırnak’ paradoksuna kadar her türlü laf cambazlığı yapılıyor. Peki, gerçekten de böyle miyiz? Bu sorunun cevabı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kendini üzerinde bina ettiği anti-Kürt, anti-Ermeni, anti-Yahudi (anti-semitizim) ve anti-Rum ideoloji, dış düşman, dış mihraklar gibi faşist söylem ve ideolojik duruşlar da gösteriyor ki kazın ayağı hiç de öyle değil. Cumhuriyeti kuran İttihatçı kadroların neredeyse tümü ırkçılık düzeyinde bir faşist ideolojiyle donanmış, başta Kürtler olmak üzere ülkede yerleşik tüm azınlıklara karşı etnik temizlik yapmak isteyecek kadar gaddar bir duruşun sahibi olmuşlardır.1.Dünya savaşında Ermeni tehciriyle yapılan etnik temizlik Cumhuriyetle beraber Kürtlere yönelmiştir. Şeyh Sait, Zilan, Ağrı ve Dersim ayaklanmaları ile beraber Irkçı ideoloji devletin kılcal damarlarına kadar işlenmiştir. Hakeza sermayenin el değişimi için ülkede yüzlerce yıldır yerleşik olan Yahudi-Musevi ve Rum-Hristiyan vatandaşlara karşı geliştirilen Varlık vergisi, 6 Eylül olayları ile etnik ve dini temizlik en doruk noktasına çıkarılmıştır. Varlığını sürekli bir iç düşman üzerinde bina eden devletin kurucu ideolojisi hükmedenler değişince herhangi bir değişiklik göstermiş midir? Son 50 yıldır Kürt coğrafyasında yapılanlar bize şunu net göstermiştir ki devlet aynı devlettir, sistem aynı sistemdir, yönetenler söz konusu Kürt olunca aynıdır. Kürdistan coğrafyasında ismi değiştirilmeyen köy, kasaba, şehir kalmadı. Nüfus müdürlükleri halen bile Kürtçe isimlere izin vermemek için bin dereden su getirmektedir. Bir Kürtçe şarkı dinlediği için, ıslık çaldığı için tartaklanan, horlanan, dövülen, öldürülen insan sayısı o kadar çok ki… 1930’lu yıllarda oluşturulan Güneş-Dil teorisiyle yok sayılan Kürtçe üzerindeki baskılar günümüzde katmerlenerek, artarak ve daha da gaddarlaşarak devam etmektedir. Mahkemeler de anadilinde savunma hakkı olmasına rağmen halen bile tutanaklara ‘Bilinmeyen dil’ ibaresi düşülmekte, milyonlarca insanın oylarıyla seçilen vekiller meclis kürsüsünden bir Kürtçe söz söylediklerinde yine X diye ibare düşülmektedir. AKP iktidarının büyük bir mağduriyet söylemiyle geldiği iktidar da Kürtler ve Kürtçeye dair yaptıkları kendisinden önceki 80 yıllık dönemden çok mu farklıdır? Devletin televizyonunda bir kanalı (ki Kürtçe diyanet kanalı gibi işlev görmektedir) Kürtçeye ayırmakla veya üç-beş üniversite de kürsü açmakla, okullarda 2 saat seçmeli ders koymakla 100 yıllık devlet politikası değişmiş mi oluyor?.. Hayır, bu yapılanlar sadece bir zamanlar girilmek istenen Avrupa Birliğine şirin görünme çabasından başka bir şey değildir. Yine de vicdan ölçülerini de elden bırakmadan evet yukarıda sayılanlar bir şeydir ama çok az bir şeydir. Peki olması gereken nedir ya da şöyle soralım Kürtlere dair söz söyleyen, harekete geçen, pratik içinde olan kişi, kurum, parti ve oluşumlar ne yapmalıdır? Kürtler parti ayrımı olmaksızın siyasi, askeri ve ekonomik bir soykırımla karşı karşıya olduklarını unutmadan devletle Kürtçenin acil ve pazarlıksız devletin ikinci resmi dili olması gerektiği yönünde tavizsiz bir politika yürütmelidir. Siyasi rehine durumunda olan tüm Kürt tutsakların koşulsuz serbest bırakılması için devletle pazarlık yapılmalıdır. Kürt kurumları ve şahsiyetlerine karşı yürütülen itibarsızlaştırma ve terörize etme politikalarının terk edilmesi için ciddi bir çalışma yürütülmelidir. Güney Kürdistan Bölgesinde ki Kürt kazanımlarına karşı yürütülen yok etme politikasının derhal terk edilmesi için gerekli çalışmalar ulusal ve uluslararası düzeyde ayrımsız tüm Kürt parti ve kurumları tarafından yapılmalıdır. Rojava Kürdistanında ki işgal ve Kürtsüzleştirme politikalarının terk edilmesi için gereken her türlü yol ve yöntemle çalışmalar yapılmalıdır. Kürt kurum ve şahsiyetleri 2023 seçimlerine giderken yukarıda sayılana benzer bir programı önlerine koymadıkları sürece seçim Kürtler için bir kaybetme-kaybettirme oyunundan öteye geçmeyecektir. Seçilecek kişinin de ister Kürtler destek vermiş olsun ister olmasın çok da değiştirebileceği bir şey yoktur ve değiştirmek de istemeyecektir.
Şêxmûs Celalî