ZULME KARŞI TEK ÇARE …

0
1020

Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş tarihinden bugüne kadar, devletinin yöneticileri Kürt halkının varlığını kabul etmediler. Bunun tek nedeni vardır. Kürt halkı güçlü değildi. Kürt halkı güçlü değildi, çünkü Kürt halkı Birinci Dünya Savaşı döneminde, Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşmak için işgal güçleriyle anlaşmayı reddettiler. Kürt halkı, Osmanlı imparatorluğu yönetimine ve Türk halkına bağlı kaldılar. İşgal gücü liderliği pozisyonunda olan Büyük Britanya ve Fransa devletlerinin, Kürt halkına, kendileriyle birlikte hareket etmeye karşılık Bağımsız Kürdistan Devletinin kurulmasının garantisini verdiler. Türklük adına konuşanlar bu gerçeği unutmasınlar. Osmanlı topraklarının Arabistan topraklarında, işgal güçlerinin tekliflerini kabul eden aşiretler ve bazı eşkıya grupları devletler kurup ‘kral’ ailesi oldular. Devlet oldular. Kral oldular. Çünkü Osmanlıya ve birlikte yaşadıkları Türklere ihanet ettiler. Hiç bir Türk bu gerçekleri unutmasın. 1923 tarihinden sonra, cumhuriyet Türkiye’si Kürt halkına hiçbir hak tanımadığı gibi, çok adice ve ahlaksızca düşmanlık yaptı.

1923 yılında Kürt halkına karşı uygulamaya başlamış olduğu kalleşçe düşmanlık aynı vahşette devam ediyor. 1923 yılında başlayan kalleşlik ve düşmanlık, aynı düzeyde bugün de devam ediyor. Kürt halkı, Türklere sahip çıkmanın bedelini, Türk devletinin zulmüne hedef olmakla ödüyor. Cumhuriyet Türkiyesi kurulduğu gün, Ermenilere Rumlara ve Yahudilere azınlık hakları çerçevesinde yasal haklarını resmileştirdiler. Kendi okullarını açabildiler. Kendi dillerini öğrenip, öğretip geliştirdiler. Kendi kültürlerini geliştirebildiler. Burada saymaya gerek görmediğim hakları da yasal güvence altına alındı. Bütün bu uygulamalar Türk devletinin olanaklarıyla yapıldı. Bu azınlıkların problemleri vardı elbette. Burada o konulara dair yazmayacağım. Çünkü bu yazının konusu değil. Burada kısaca izah etmek istediğim, Türk devletinin biz Kürt halkına dayatmış olduğu haksız zulüm ve kalleşliğidir. Diğer taraftan, biz Kürtler, güçsüzlüğümüzü görmeli ve gidermeliyiz. Birinci dünya savaşından sonra, işgal güçleri söz konusu azınlıklara sahip çıktılar. Dolayısıyla, Türk devleti onların haklarını kabul etti. Bir gerçek daha var ki, Mustafa Kemal ve yandaşlarının Türkiye’nin kuruluş kararlarında, sınırlarının belirlenmesinde ve yasal düzenlemelerde söz hakları ve inisiyatifleri yoktu. İşgal güçleri Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıkların her türlü haklarını yasallaştırdılar. Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucuları da emri aynen uyguladılar. Kürtler işgal güçleriyle anlaşmadıkları için cezalandırıldılar. Ancak, Türkiye’nin kurucuları ve bugüne kadar görev alan iktidarlar, bu gerçekleri çok iyi bildikleri halde, kalleşliği ve zulmü sürdürdüler. Bugün ki iktidarda aynı düşmanlığı, kalleşliği ve zulmü uygulamayı, dayatmayı sürdürüyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurucuları adına Mustafa Kemal Kürt liderlerine federasyon sözü verdi. Sonrası inkâr uygulamasıyla noktalandı. Bugüne kadar görev yapmış olan iktidarlar gibi, bugün ki iktidar da biz Kürtlere kardeşlik ve haklar vaat ettiler. Hepsinin vaatleri kalleşlikle son buldu. Dayatma hep aynı. Bize kardeş deyip, bizimle işinizi bitirince düşmanlık yapıyorsunuz.

Bize ihtiyacınız olduğunda, ‘kardeşiz, din kardeşiyiz’ diyorsunuz. İşiniz bitince, bize hain diyorsunuz. Esasen, hain, işbirlikçi, kalleş sizsiniz. Gücünüz var ve bize zulüm edebiliyorsunuz.

Gücünüz var diye suçlarınızı örtbas edebiliyorsunuz. Hak, hukuk, vicdan muhasebeniz yok. Namusunuz, haysiyetiniz ve şerefinizde yok. İmanınız hiç yok. Müslüman olmayan vatandaşların her türlü haklarını kabullendiniz. Müslüman olan Kürtlerin haklarını ise halen inkâr ediyorsunuz. Utanmadan ‘din kardeşiyiz’ diyorsunuz. Kirli yüzünüzü tanımadığımızı sanmayın. Sizler, Türkiye Cumhuriyeti devleti adına Müslüman olmayan devletlerle anlaşarak işbirliği yaptınız. O işbirliği sayesinde Müslüman Kürt halkına kalleşçe zulüm uyguladınız. Biz Kürtlere uyguladığınız zulmü barbarca haklı göstermeye çalışıyorsunuz.

Evet, biz Kürtler birliğimizi sağladığımız an güçleniriz. Güçlendiğimiz an, haklılığımız kabul görecektir. Sakın ola bunu aklımızdan çıkarmayalım. Bütün Kürt vatandaşlarının tek yürek olabileceklerini de beklemeyelim. Siyasi partilerimizin, ulusça kurtuluşumuzun mücadelesini aynı yapılanma çatısı altında yürütmelerini sağlayabilirsek gerisi kendiliğinden gelir. Bu da zor bir iş değildir. Siyasi hareketlerimizin yöneticileri birbirlerine ve Kürdistan halkına karşı samimi ve dürüst olmak zorundadırlar. Samimi ve dürüstlüğü halkımıza da öğretmelidirler. Kürtlüğün ve Kürdistan’ın düşmanları, Kürt bireylerini, ailelerini birbirilerine karşı düşmanlık gütmeye yönlendirmişlerdir. Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluşundan bugüne böylesi maksatlı fesatlık, devlet eliyle organize ediliyor. Koruculuk dayatması bu amaçla organize edilmiş olan bir örnektir. Yoksa Türkiye’de bir milyon civarında ordu, polis, istihbarat ve bu kurumların içinde oluşturulmuş anti terör birimleri son teknolojik silah ve mühimmatlarla baş edemediği PKK gerillalarına karşı, eğitimsiz ve yoksul köylü insanlarımız ellerindeki basit hafif silahlarla ne yapabilirler? Koruculuğun varlığı Kürt halkını birbirine karşı düşman konumuna getirme politikasının uygulamasıdır.

Türkiye Devleti, Kürtlük adına hak, hukuk ve adaletten söz eden her birey ve kurumu suçlu ilan edip hedef alıyor. Bunları yapan aynı devlet yöneticileri, Kürtlerin temel insani hakları söz konusu olduğunda şarlatanlık yapmaktan öteye söyledikleri yoktur. Bazı fırsatçı Kürtler, Kürtlere karşı uygulanan zulme ortak oluyorlar. Bu amaçla devletin kendi ırkına dayatmış oldukları soykırıma da suç ortağı oluyorlar. Bu gerçekleri hepimiz çok iyi biliyoruz. Herkes çok iyi bilsin ki, Türkiye devletinin Kürt halkına karşı uygulamış olduğu suçların hepsinin hesabını verecektir. Devletin, yöneticilerinin, uygulayıcılarının ve işbirlikçilerinin hepsi, Kürdistan mahkemelerinde yargılanıp hesap vereceklerdir.

Bu hatırlatmalardan sonra, haysiyeti, şerefi ve utanması olan her Kürt bireyinin, yiğit Kürt bireylerinin, Kürdistan devletinin resmileşmesine hizmetlerine destek olmalıdırlar.

Kürt halkının nüfusunun yüzde onu Bağımsız Birleşik Kürdistan Devletinin resmileşmesi için birlikte ve kararlılıkla hareket etmeleri yeterlidir. Siyasi temsilcilerimizin müşterek hareket etmeleri ilk adım olur. Daha öncede bu hususları uzunca ve detaylı olarak yazıp sizlerle paylaştım. Sürekli olarak bu konuları yazmaya devam edeceğim. Çünkü temel sorunumuz devletsiz olmaktır. Tek çıkar yolumuzda kendi devletimizi resmileştirip ülkemizde barış, güven, huzur ve refah ortamında yaşamaktır. Halkımız, bizim topraklarımızda devlet kurmuş olan işgalci halklardan çok daha fazla becerikli ve saygındır. Çok zor şartlarda baskı ve zulüm altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Katledilmiş, işkencelere maruz kalmış, sürgüne zorlanmışlardır. Halkımız perişanlığın, aşağılanmanın en acısını en iğrencini yaşamak zorunda bırakılmış. Ekonomik sıkıntılar bir taraftan, devletsizlikten ötürü sahipsizlik diğer taraftan, halkımızı ezmişte ezmiş. Doğal olarak bu zor ve iğrenç uygulamalar bazı insanlarımızı küçültüp basitleştirmiştirr. Çirkefleşen fırsatçılar da vardır. Bunları da hepimiz biliyoruz. Benim için temel önemde olan çaredir. Sorunları hepimiz biliyoruz. Çoğumuz çok ağır bedeller ödemişiz. Çare, Bağımsız Birleşik Kürdistan Devletinin resmileşmesidir. Gerisi fantezidir. Benim duruşum, kızgınlıktan uzak, birilerine yaranmak veya birilerine karşı olmaktan uzaktır. Gerekli olan budur. Lütfen herkes bunu çok iyi algılasın. Kendimize sahip çıkmanın tek yolu budur.

Her bijî Kurd u Kurdîstan dersek, Xweda bizimledir,
Hüseyin Baybaşin