Vatandaş, devletinin uygulamalarına güvenle uymalıdır. Her vatandaş devletin bir parçası olduğuna göre, devletine güvenmekle vatandaş kendisine güvenmelidir. Bu anlatımla Devlet-Vatandaş ilişki ve konumlarını belirleriz. Bu ilişki – konum hususunda hiçbir sorun yoktur. Aslında bu ilişki ve konum aydınlarca kapsamlı olarak tartışılmalıdır.
Türkiye’de devlet yöneticileri söylemde farklı eylemde farklı duruş sergilemeye alışıktırlar. Bu duruş kendi başına çok ciddi sorundur. Devletin yasama organı mensupları, seçim arenasındaki söylemlerinin aksine eylemde bulunduklarında, kendilerinden hesap sorulamıyor. Devlet yapısı içinde bu boşluğun doldurulması gerekir. Yasal düzenlemeyle, yerine getiremeyeceği vaatlerde bulunanlardan hesap sorulabilinmelidir. Basit söylemlerden öteye somut vaatlerde bulunan yarışmacılar, vaatlerini yerine getiremediklerinde veya tam olarak aksi yönde çalışma yapanlardan hesap soracak yasal düzenleme olmalıdır. Mahkeme huzurunda yalan konuşan şahıslardan nasıl yasal çerçevede hesap soruluyorsa, halkın önünde halkı kandırmak amacıyla halka yalan konuşanlardan da hesap sorulabilinmelidir. Kaldı ki mahkeme huzurunda yalan konuşanlar mahkemeden ödenek veya maaş almıyorlar. Halkı kandırarak seçilenler ise, seçildikten sonra maaş ve her türlü masraflarını halkın vergi parasından alıyorlar. Halkın, kendilerine inanmaları adına yalan vaatlerde bulunuyorlar. Aynı amaçla vaatlerinin tam tersini rahatlıkla yapabiliyorlar. Bu hususun bu yönüyle düzenlenmesiyle birçok beceriksiz, sorumsuz ve dolandırıcı yasama organını işgal edememiş olur.
Devlet yöneticilerinin, temel insan haklarının ihlaline yol açabilecek veya zemin oluşturabilecek yasaların iptali için Birleşmiş Milletler düzeyinde yasal düzenlemeler yapmaları gereklidir. Herhangi bir devlet, Birleşmiş Milletler kurumunun kanunlarının ve antlaşmalarının – anlaşmalarının hiçbirini veya kısmi bölümünü kabul etmiyorum, diyememelidir. Bu tür sorunlar Türkiye ile sınırlı değildir tabii ki. Dünya da, adil yasal düzenleme ve uygulama olmaz ise, doğal olarak sorunlar da oluşur.
Türkiye’de çok ciddi insan hakları ihlali varsa, bu ihlaller Birleşmiş Milletler insan hakları komisyonunun raportörleri tarafından rapor ediliyorsa ve bu yıllarca aynı şekilde devam ediyor ve ihlaller için hiçbir yasal işlem yapılamıyorsa, sorunların varlığından yakınmakta çifte standartlık olur. Özellikle Kürdistan halkının Kürtlükten kaynaklanan sorunları bu çerçevede görülebilinir. Kürt halkının temel insani hakları ihlal edilirken, dünyanın hiçbir devleti hiçbir yaptırım uygulamıyor. Birleşmiş Milletler Kurumu hiçbir yaptırım uygulamıyor. Peki, bu halkın haklarını kim koruyacak? Demektir ki var olan ulusal ve uluslar arası yasalar, mağdurların haklarını koruyamıyor. Aynı çerçevede mazlumların hakları da korunamıyor. Var olan yasal düzenlemelerde işlevsiz kalıyor.
Birleşmiş Milletler kanunlarında, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakları vardır. Kürtler kendi kaderlerini tayin etme mücadelelerinde Birleşmiş Milletler Kurumu tarafından desteklenmedikleri gibi korunmuyorlar da. Bununla yetinilmiyor ve kendi kaderlerini tayin etmek için mücadele eden Kürt kurumları ‘suçlu’ ilan edilebiliniyor. Dünyanın birçok ülkesinde çocuk hakları ve kadın hakları korunmuyor. Bazı ülkelerde bu hakları koruyacak kanunlar hiç yok. Böylesi temel insani hakların tanınmadığı, kanuni düzenlemenin hiç olmadığı ve var olan kanunlarında uygulanmadığı ülkelerin hepsi Birleşmiş Milletler Kurumunun eşit şartlarda üyeleridirler. Demektir ki bu alanda çok ciddi sorunlar var ve düzenlenmeleri gerekiyor.
Yeni seçilmiş olan Birleşmiş Milletler genel sekreteri eski Portekiz Başbakanı beyefendi çok dürüst ve becerikli bir şahsiyettir. Bu saygıdeğer şahsiyet hakkında geniş bilgi sahibiyim. Bu şahsiyet birçok değişiklik getirmeye çalışacaktır. İş görmesini bilen bir şahsiyettir. Bu zat görevdeyken Bağımsız Kürdistan’ın resmileşmesini çok istiyorum. Dolayısıyla iki yönlü çalışmalarımızı geliştirmek zorundayız. Kaybedecek tek bir saniyemiz yoktur. Öncelikli ihtiyaç, Kürdistan’ı siyasi hareketler acilen Birleşik Kürdistan Devletinin resmileşmesini sağlamak amacıyla bir kurum oluşturup Birleşmiş Milletler Kurumuna derhal müracaat etmelidirler. İkincisi, Kürdistanlılar ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyen her kurum ve birey, bağımsız olarak Birleşmiş Milletler kurumuna derhal müracaat edip Birleşik Kürdistan Devletinin resmileşmesini istemelidirler. Aynı kurum ve bireyler kapsamlı olarak, uluslar arası boyutta, Birleşik Kürdistan’ın resmileşmesini desteklemek için imza kampanyası başlatmalıdırlar. Bu iki konuda çalışmaların geliştirilmesinin önemi görülmelidir. Bu alanda çalışmalar için hiçbir siyasi parti bir diğerinden ilk adımı beklemesin. Bağımsız Birleşik Devleti Ortadoğu’ya barışı dünyaya istikrarı getirecektir.
Saygılarımla,
Hüseyin Baybaşin