Ak Parti, iki bin iki yılında iktidara geldiğinde, Türkiye’de Ekonomi dibe vurmuştu. Siyaset laçkalaşmıştı. Susurluk’ta 1996 yılında meydana gelmiş olan trafik kazasında insanlar ölmüştü ama Türkiye devlet yönetiminin de gerçek fotoğrafı da Halkın gözlerinin önüne serilmişti.
Sokak serserilerinin yaşam tarzı ve talancılıkla Ekonomik darboğazın aşılamayacağı görüşmüştü. O tarihlerde, Türkiye’de yirmi beş milyondan fazla nüfusu olan Kurd Halkının varlığının dahi inkar edilerek diğer tüm insani haklarının kullanılmasının “terör suçu” olarak görülmesi maskaralığıyla istikrarın sağlanamayacağı kabul edilmişti.
Yalanlarla Halkı kandırmak mümkün olmamıştı. Devletin tüm kurumlarını soyup talancılıkla rantçıların eline vermekle menfaatlerinin düzenini yürütmek için çalışan devlet yöneticilerinin, Kurdleri ve Kurdlerin siyasi temsilcilerini günah keçisi olarak gösterip, kendi pisliklerini örtbas etmelerinin oyunu son perdesine gelmişti.
İki bin iki yılından itibaren, itibarlı ve uzman bir kadro ile ortaya çıkan Ak Parti, Türkiye’de düzeni değiştirmeyi vaat etmiş ve bizim dahi desteğimizi almıştı. Halkın çoğunluğunun desteğini alıp gerçekten başarılı çalışmalar yaptılar. Soygun ve talandan arta kalan Türkiye devlet gelirinin büyük çoğunluğu düşük yoğunluklu iç savaşa harcanan giderlerin önü kesilmişti. Devleti soymanın kurumlaşmış olduğu düzen, en aza indirilmişti. Kurdlere dayatılmış olan zulüm için, Bay Erdoğan bizzat “Devlet adına özür diliyorum” söylemini Başbakanlık kürsüsünden yüksek sesle söylemişti. Böylece ülkede barış ve istikrar rüzgarı esmeye başlamış, Ekonomi gelişmeye başlamıştı. ABD ve Avrupa Birliği, Türkiye’yi ve Ak Parti yönetimini alkışlamaya başlamıştı. İsrail Devleti, Bay Erdoğan’a İsrail Devletinin şeref madalyasını vermişti. Bu gelişmeler sonucu, Türkiye’ye büyük sermaye yatırıma yönelmişti. Savaş durmuştu. Kurdîstan bölgesinden devlet bütçesine gelir akmaya başlamıştı. Kurd Halkı, Kurd Halkının temsilcileri heyecanla ülkeye hizmet etmeye yoğunlaşmıştı.
Ak Parti yönetimi, ikinci iktidar döneminden itibaren çirkefliğin, soygunla talancılığın alt yapısını oluşturmaya başladı. Hak ve hukuka saygıyla devlet güvencesi altına alınması çalışmaları, yerini faşist ideolojiye ve barbarca uygulamaları kalıcılaştırmaya bıraktı. Kurd halkından özür dileyen anlayış, yerini Kurd kanını akıtmanın fetvasına bıraktı. Bay Erdoğan “Kurd sorunu yoktur” diyerek bir numaralı Kurd düşmanı olduğunu kanıtlamaya yoğunlaştı. Türkiye devletinin, Kurdlere yönelik düşük yoğunluklu savaşını, Türkiye’nin sınırlarının dışına taşıdı. Nerede Kurd gücü varsa, oraya kana susamış vampir gibi saldırmaya başladı.
Böylece iki bin iki yılının öncesine dönüldü. Erdoğan Türkiye diktatörlüğünü garantiledi. Kendi çetesiyle soygun ve talancılığı tamamen kurumlaştırıp kendisine ve kendi aile bireylerinin kontrolüne bağladı.
Kurdleri günah keçisi gibi tüm sorunların sebebi olarak göstermeye başladı.
Doğal olarak kendisine saygısı olan Kurdler, kendilerine Bağımsız Devlet güvencesi altında yaşamayı idame etmeye yöneldiler. Biz Kurdler için artık Bağımsızlıktan geriye dönüş yoktur. Savaşsa savaş. Çoktan çok gider, azdan az gider. Erdoğan çetesinin de Türkiye faşizminin Kurdlere yönelik barbarca uygulamalarla ısrar etmesinin cevabı, Bağımsız Kurdîstan Devletleri’nin resmileşmesidir.
Erdoğan çetesi, Türkiye devlet malını talancılık işindi ustalaşmış Tansu Çiller gibilerini resmi danışmanlığa bağlamış. Bağımsız Muhalefet susturuluyor. Basın ve yayının yüzde doksan dokuzu Erdoğan çetesinin parayla yalakalığına bağlandı. Güvenlik ve istihbarat aile serseri takımıyla Erdoğan çetesine dönüştü. Dindarlık, ticaret cambazlığına dönüştü. Ordu ve milli savunma, vaizlerle cennet arayışında, şeyh ül İslam pozisyonunda.
Yabancı sermaye doğal olarak güvenli limanlara çekildi. Yerli sermayenin büyük çoğunluğu panik içinde ve güvenli ortam arayışında.
Ekonomi ve devlet yönetiminin laçkalığı, iki bin iki yılının öncesinden çok daha fazla kötü durumda.
Hitler Almanya’sı şimdiki Türkiye’nin durumundan çok daha fazla iyiydi. Saddam’ın Irak’ı ise bugünkü Türkiye’nin durumundan kötüydü.
Bugünkü Türkiye yöneticileri, çiftçiyi, üreticiyi, mal mülk sahibini, sanayiciyi, tüccarı, memuru, işçiyi, diğer iş ve meslek sektörlerini yeni vergi uygulamalarıyla soyup verimsizleştirerek Türkiye’nin ve kendilerinin sonunu yakın tarihe çekerler. Türkiye ve Erdoğan çetesinin sonu da Saddam ve Irak’tan beter olacak. Kurdlere zulmü artırmak, Avrupa Birliğine Kabadayılıkla tehdit, ABD’ye rest çekerek bu sonun erken gelmesini sağlar.
Ak Parti’nin ilk kadrosunun içinden bazı yüksek seslerin varlığı yetersizdir.
Abdullah Gül Bey’in güçlü bir kadroyu tek sesle öne çıkarmaya yoğunlaşmalıdır.
Yarın, kendileri için de çok geç olabilir. Ak Parti’yi kurmuş olan ilk kadro, bugünkü çirkefliklerin, sorumluluklarının vebalini taşıdıklarını bilmelidirler. Bizim için, Jîyan berxwedane.
10-09-2019
Saygılarımla, Hisên Baybaş