Osmanlı İmparatorluğu’nun çoğulcu, katılımcı, farklı ırkların aynı devlet çatısı altında yaşıyor olmaları, Türkleştirme politikası çalışmalarının sistemli olarak başlaması sonucu, kocaman ve güçlü imparatorluk için duraklama, gerileme ve yıkılışın tarihi biliniyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ortağı olan farklı Uluslar, Türkleştirme dayatmasına karşı çıktılar ve ayrılmak için arayışlara yöneldiler.
Kürd ulusu ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna ev sahipliği yapmış ve İmparatorluğu, kendisinden bir devlet yapısı olarak kabul etmiş olan tek ulustur.
Dünya’nın saygıyla andığı, eşi benzeri daha da görülmemiş Kurdistan Kralı, Sultan Selahaddin Eyubî, İslamiyeti kabul eden kavimleri korumayı, sahip çıkmayı devlet politikası olarak resmileştirmiş.
Kendisi Kürd ve devleti Kürd devleti olan Sultan Selahaddin Eyubî, devlet yönetimini ise İslami kurallarla yürütmüş. Kendi devletinin tebası olan hiçbir ırkın dil, kültür, gelenek veya inançlarına müdahele etmemiş.
Müslüman olmadığı halde Müslümanlığı kabul eden her kavim, grup veya ulusun da nerede olurlarsa olsunlar, kendi krallığı tarafından korunmalarını devlet politikası haline getirmiş.
O dönemde Ortadoğu’yu işgal etmiş olan Fransız, İngiliz, Bizans ve İspanyol İmparatorluğu bu kültür ve bu devlet topraklarında oluşmuş. Tatarlar ve benzeri Türk kavimleri de Mongollardan, Batılı İmparatorluk’lardan kaçıp korunmak amacıyla Eyubî devletine sığınmışlar. Türk’ler veya kendilerini Türkistan mensubu kabul eden Tatar, Türkmen, Yörük, Özbek, Kazak ve benzeri ırklar da, İslamiyeti, bu güçlü ve saygın Kürd İmparatorluk’larından biri olan Eyubî İmparatorluğu’nun himayesinde-koruması altında yaşamak için kabul etmişler. Kendilerini Türk olarak kabul eden kavimler Orta Asya kavimleridirler. Orta Asya’da kuraklık başladığında, kendilerini Türk olarak kabul eden kavimler Müslüman değildiler. Kuraklıktan kaçıp yaşamak için Anadolu ve Mezopotamya bölgesine sığınacak yer bulmaya yönelmişler.
Sultan Selahaddin Eyubî’nin mirasçiları tarafından sahiplenmişler. Bu kavimler Kürd halkı tarafından korunmuşlar.
Tatar kavminden olan Süleyman Şah’ın torunu Osman’da Kuzey Kurdistan topraklarında doğmuş. Babası Ertuğrul Alaadin Keykubad’ın askeri komutanıdır. Osman ise, kavmine lider olunca Alé Osmanî adını alırlar. Alé Osmanî, Kürdçe söylemdir ve Osman’ın taraftarları demektir. On ikinci on üçüncü on dördüncü asırlarda(yüz yıllarda) oluşan olaylardan sıyrılan Alé Osmanî dünya devleti olabilmiş. İmparatorluğun ileriki aşamalarında Osmanlı İmparatorluğu’na dönüşen devlet yönetiminde görev alan Sultanların hepsi esir veya fahişelerden birden çok kadınla evlenirler. Saray’ın içinde çirkin entrikalar da öylece başlar. Sultanlık asaleti harem kültürüne yenik düşer. Saray’da güç dengesi çatışmasından ötürü İmparatorluğun yönetiminde laçkalık başlar.
Sultanlar, Hanımanlar(Sultan eşleri), Prensler, Prensesler ve Saray’ın diğer aile mensupları biribirlerinin kuyusunu kazmakla uğraşırlar. O süreçten yararlanan İmparatorluğun düşmanları da boş durmazlar.
Sultan Selahaddin’e yenilmiş olan Batı’lı Haçlı devletleri de yeni bir Eyubî devlet politikasının kalıcılaşmasına engel olabilmek amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtulmak amacıyla böl parçala yönet taktiğini uyguluyorlar.
Bu anlayış çerçevesinde Osmanlı İmpatorluğu’na bağlı ulusların kendi kimliklerine sahip çıkmalarını organize ediyorlar. Osmanlı Türk Milleti’nin İmpatorluğu’dur Tezi de bu çerçevede güncelleştiriliyor. Osmanlı Türklerin ise biz Türk değiliz diyenlerin sesleri de öylece yükseliyor. Osmanlı’yı yok olmaya sürükleyen süreç de Türk olanlar, Türklüğü kabul etmeyenler, kendi ulusal kimlikleriyle yaşamak isteyenlerin çatışmaları ve ulus devlet yapılanmaları görüşlerinin Osmanlı’ya hükmetmesiyle başlar.
Burada üstüne basarak hatırlatmamız gerekiyor-Kürd halkı, anlatıyor-yukarıda yazıyor olduğum süreçte Osmanlı’dan ayrılmak istemediler. Kürd halkı Türkleşmeyi de asla kabul etmedi. Gerek Birinci Dünya Savaşı sürecinde Kürd halkına, İngiliz ve Fransız devletlerinin öncülüğünde, teklif edilen, Türk’lerden-kendilerini Türk olarak görenlerden, Osmanlı İmpatorluğu’ndan ayrılıp kendilerine bağlı devlet kurma teklifini red ettiler.
Kürd’ler Osmanlı’ya karşı savaşmak için işgal güçlerinin Bağımsız Kurdistan Devleti vaadini red ettiklerinden, işgal güçleri de Kürd’leri cezalandırmak amacıyla Kurdistan’ı dört buçuk parçaya böldüler. Kürd halkına Ulus Devlet statüsü vermediler.
Aynı işgal güçleri Türkiye’yi kurdular. Yeni kurulan Türkiye’nin sınırlarını, yönetim şeklini ve yöneticilerini de işgal güçleri belirledi. 1923 Lozan Antlaşması da budur. Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt ve körfezde kurulan devletlerin hepsi de Türkiye gibi ve Osmanlı İmpatorluğu’nun toprakları üstünde kuruldu. 1926 Skys Picot anlaşması da budur. Eğer Osmanlı İmpatorluğu Amerika Birleşik Devletleri gibi bir yapılanma oluştursaydı ve uygar kanunlarla yönetimi benimseseydi bugün Orta Doğu ve Dünya’nın yönetimi farklı olurdu.
Eğer Osmanlı İmpatorluğu kendi bünyesinde Ulus devlet yapısını oluşturup İngiliz İmpatorluğu benzeri yönetim şeklini benimseseydi yine bugün Dünya’nın yönetim şekli farklı olurdu. 1916 Skys Picot anlaşmasıyla yeni devletlerin sınırları çizilir. 1923 Lozan Antlaşmasıyla da Osmanlı topraklarında sınırları çizilmiş olan yeni ülkeler resmi ulus devlet statüsü alırlar. Kurdistan ise yok edilir. Bütün kararları veren ve uygulayan dönemin Dünya gücü olan İngiliz ve Fransız devletlerinin öncülüğündeki koalisyondur.
Böylece resmi devlet statüsü kazanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, uygar ve çoğulcu devlet yapılanmasını oluşturmayı başarabilseydi, bugün Osmanlı topraklarında var olan devletlerle, İngiliz Devleti gibi Comen Well benzeri bir yapılanma ilişkisi içerisinde olurdu. Osmanlı topraklarında kurulmuş olan devletlerin çoğu Türkiye vatandaşlarına vize uyguluyor.
Yine, Türkiye Devleti, İngilizlerin İskoçya ile yapmış oldukları anlaşma benzeri bir anlaşma ile Kürd halkının kimlik ve insani haklarını yasal güvence altına alsaydı eğer, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, İngiltere Devleti gibi Dünya’nın uygar ve refah içinde olan güçlü bir devleti olabilirdi.
Türkiye devleti ise, kuruluş tarihi olan 1923 yılından itibaren Kürd halkına karşı sistemli olarak Kürd halkına karşı soykırım uygulamasını dayattı.
Tek parti döneminin Türkiye’sinin Kürd halkına karşı uyguladığı çirkinlikler için Bay Erdoğan Türkiye’nin Başbakanı sıfatıyla özür diledi. Tek parti dönemi yani CHP yönetimi, Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarını astırdı. Yakınlarının yerleşim alanlarını yaktı yıktı.
Etkin insanlarını hapsetti. Hapislere kapatamadıklarını sürgüne gönderdiler.
Aynı dönemde Sivas bölgesinde Ali Şér ve Hanımı Nezîfe önderliğinde yürütülen özgürlük mücadelesine karşı aynı uygulamaları yaptı. Sivas, Maraş ve Adana bölgesinde var olan Kürd yerleşim alanları yerle bir edildi. Halk sistemli olarak sürgün edildi. Alî Şér ve Nezîfe teslim olmadılar.
Alî Şér ve Nezîfe, Dersim dağlarında özgürlük mücadelesi yürüten Seyit Rıza direnişini desteklemek amacıyla onlara katıldılar. Alî Şér ve Hanımı Kurdistan özgürlük mücadelesine hizmetleri ve Seyit Rıza’nın yeğeni olan hain bir alçak tarafından tuzağa düşürülmeleri konusu Dr. Nuri Dersimi’nin yazmış olduğu Kurdistan Tarihinde Dersim ve Hatıralım adlı kitaplarında detaylarıyla yazılmıştır.
Her Kürd’ün o iki kitabı okumaları şarttır.
Dersim isyanının önderi Seyit Rıza bir din adamı olmasından ziyade Osmanlı Paşasıydı. Seyit Rıza’nın Paşa olduğu pek yazılmamış ama Osmanlı Rus savaşında kendisi ve aşiretinin kahramanlıkları nedeniyle Osmanlı Sultanı tarafından Paşa’lık rütbesi verilir. Sonunda Seyit Rıza Cumhuriyet Türkiye’sinin devletine teslim olur. Buna rağmen Mustafa Kemal’in özel emriyle, oğluyla beraber asılır. Bu konu İhsan Sabri Çağlayangil’in hatıra defterinde detaylarıyla yazılıdır.
Seyit Rıza’nın teslim olmasına rağmen faşist Mustafa Kemal ve onun gibi faşist piçler Dersim dağlarında Kürd kadın ve kızlarına tecavüz edilmesine sonra da hepsinin kurşuna dizilmesine karar verir ve uygulatırlar.
Teslim olmak istemeyen Dersim’in onurlu Anaları Bacıları kendilerini kayalıklardan aşağı atıp intihar ederler.
Küçük çocukları götürüp Türkleştirirler. Kalanları da sürgüne gönderirler. Dersim’in adını da Tunceli yaparlar.
Geçmiş olayların bir kısmını özetledikten sonra, şimdiki iktidar yönetiminin tek parti döneminin faşist uygulamalarının daha çok ilerisinde faşist uygulamalar var. Politika aynıdır. Zulüm ve sürgünün yanı sıra sistemli asimilasyon ve soykırım ile Kürd’lüğün yok edilmesi hedefleniyor.
Osmanlı İmparatorluğu Sultan’ının Kürd Kral’larıyla anlaşmalar yapıp İran ile var olan Çaldıran Savaşı kazanıldı. Osmanlı güçlendikçe Kürd’lere karşı böl parçala yönet politikasını sistemli olarak uyguladı. Osmanlı’nın son yüz yılı laçkalıkla geçti.
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet Türkiye’si döneminde Kurdistan’ın soylu, asil ve etkin aileleri hep sürgün edildiler. Beş yüz yıllık süre boyunca Orta Anadolu’ya sürgün edilen insanlarımızın çok küçük bir kesimi yozlaşıp asimile olmuş. Ezici çoğunluğu olan yüzde doksandan daha fazla kesimi ise Kürd’lüğün üstün ayrıcalıklı tüm özelliklerini korumuşlar. Yabancılarla evlenmemiş olanlar Kürd’lüğün tüm fiziksel güzelliklerini kendileriyle birlikte korumuşlar. Kürd dilinin tüm güzelliklerini konuşarak korumuşlar. Bizler yeni sürgün Kürd’leriyiz. Orta Anadolu’da Kürd’lük özelliklerini, güzelliklerini kendileriyle birlikte koruduklarından ötürü, onları kutlayalım ve örnek alalım.
Orta Anadolu’da sürgünde yaşamak zorunda kalmış olan güzel soydaşlarımın dramı, Bağımsız Birleşik Kurdistan devletinin resmileşmesiyle bitecek.
Yekitî ya Kurdan u Serbuxwebun a Kurdîstané her bijî.
Saygılarımla, Hüseyin Baybaşin