Devlet’e güvenmek, Devlet’in yasaları ve yasalarının uygulanmışlığını referans olarak görmekle karar verilebilinir. Bir de Devlet’i yönetenlerin kişiliklerinden çok söylemlerinin ve eylemlerinin birbirini tutup tutmadığına bakmak ta Güven konusunda karar verirken dikkate almak gerekir. En önemlisi de Devlet’in nasıl oluşup geliştiğini (doğruca, yani doğru verilere bağlı olarak) değerlendirmek gerekir. İzninizle size bir hikaye anlatacağım. Siz bu yazının başlık sorusuna yanıt verin.
Türkler, Kurdistan’da Devlet olarak Kürd’lerin kral ve beyleriyle anlaşma sonucu kabul edildiler. O tarihten bugüne Kürd’leri birbirleriyle çarpıştırarak mülklerini ellerinden almanın ortamını oluşturmuşlardır. Kral’ları, beyleri(mir’leri) birbirleriyle çarpıştırarak onları zayıflatarak mülklerini ellerinden almanın ortamını oluşturmuşlardır. Biz Kürd’ler bir taraftan birbirimizle savaşmışız. Diğer taraftan malımıza mülkümüze sahip çıkamamışız. Bu konuyu kapsamlı olarak ve örnekleriyle yazarak gelecek kuşaklara ibret belgesi olarak bırakmak şarttır. Bu yazımın içeriğini bir hikaye ile sınırlı tutacağım. Kurdistan Kral’larından birinden böylesi bir oyun sonucu ele geçirdikleri bir bölgeyi bir Türk şahsın yönetmesine karar vermişler. O bölgenin köylerinde yaşayan köy büyüklerini toplamışlar ve o Türk şahsı tanıştırıp “arazilerin sahibi budur” demişler. O Türk şahsın yerleştiği köye bir de karakol kurmuşlar. Kürd köylüsünün başına bir Türk ağa bir de karakol tayin etmişler. Ağa, köy büyüklerini çağırıp herkesin hakkını konuşmuş ve çalışmaya başlamalarını istemiş. Köylüler canla başla çalışmışlar. Her hasılat dönemi ağa, köylülerin temsilcilerini ”Köylülerin haklarını bir sonraki hasılat döneminde vereceğini vaat etmiş. Bu karara uymayan köylüleri de karakol zoruyla göç ettirmiş. Uzun yıllar bu yalanlarda geçmiş. Ağa bakmış ki böyle giderse köylerde çalışacak kimse kalmaz. Saltanat temsilcilerine gidip durumu izah etmiş. Saltanat temsilcileri gülmüşler ve hooo, sen çok uzun yıllar idare ettin” demişler. Şimdi gidip köylülerin temsilcileriyle anlaşma yapacaksın. Bundan sonra siz yapacağınız iş için para almayacaksınız. Ben öldüğüm zaman bütün mülklerim size kalacak. Onları ikna et ve bu çerçevede onlarla anlaşma yap derler. Saltanat temsilcileri, bu kararın uygulanıp uygulanamayacağını merak eden ağa’ya “bu kararlar her tarafta uygulandı” itiraz edenlerle biz görüşürüz derler. Ağa, köylülerin temsilcilerini toplar ve saltanat’ın temsilcilerinden aldığı talimat gereği, onlara teklifini yapar. Tartışmalar olur. Saltanat’ın temsilcileri araya girerler. Kefil olurlar ve köylülerin temsilcilerini de köylüleri de ikna ederler. Böylece anlaşma sağlanır. Bu durum elli(50) yıl böyle devam eder. Ağa’nın çocukları, torunları ve saltanatın temsilcileri köylülerin temsilcilerini çağırırlar. Ağa ölmek üzeredir derler. Sizler onun başında nöbet tutun derler. Gel zaman git zaman Ağa’nın başında okuyan imam, Ağa’nın ölümü yaklaştı der. Hekim’de aynısını söyler. Ağa, köylülerin temsilcilerine “tüm köylüleri toplayın vasiyetimi yapacağım” der. Köylülerin temsilcileri tüm köylüleri çağırırlar. Ağa der ki, “ben artık ölüyorum. Köyler ve araziler dahil neyim varsa sizindir. Son bir vasiyetim var. Ben ölünce, beni köyün ortasındaki ağaca asın. Ben sizlere çok çok çektirdim. Köyün ortasındaki ağaç en verimli –dut- ağacıdır. Bir hafta asılı kalırsam Allah tüm günahlarımı affedecek. Sizlerde hakkınızı helal edin. Bu son isteğimi yerine getirin. Her şeyim sizindir. Bende sizlere helal ediyorum.” Köylüler kendi aralarında tartışırlar. Olur mu? Olmaz mı? Derken Ağa ölür. Karakol görevlileri ve Ağa’nın çocukları, torunları köylülerin temsilcilerine ve köylülere “Ağa’nın son vasiyetini yerine getirin. Son duanızı edin. Her şey sizindir” derler. Kürd köylüler, Ağa’yı, Ağa’nın İslami inancına uygun olarak yıkarlar, kefene sararlar ve Ağa’nın vasiyetini yerine getirmek için köyün ortasındaki -dut- ağacına asarlar. O ana kadar köylüleri izleyen karakol’daki Türk Jandarması köylülerin temsilcilerini ve köylüleri sıra dayağından geçirir. Sonra da hepsini tutuklarlar. Ağa’yı asmak suçundan idam edilirler. Böylece Türk adaleti yerini bulur. Biz Kürd’ler için Türk adaleti budur. Ağa ve Ağa’lık terminolojisi Kürd kültürüne böylece yerleşmiş. Türk tarihçileri bu hikayenin adını “Kürd hikayesi” olarak yazmışlar. Bundan önce Kurdistan’da Ağa’lık yok. Mir’lik vardır. Barbarlık ve çirkeflik’te yoktu. Dayanışma ve hoşgörü vardı. Özünde bu hikaye Türk’lüğün özünün tanımıdır. Türkiye Devleti bu anlayışın artığı olarak başımıza bela olarak kalmış. Türklüğün özü, Türkiye Devleti oluvermiş. Türkiye Devletine, yöneticilerine ve adaletine güvenip güvenmemekte serbestsiniz.
Bağımsız Birleşik Kurdistan Devletinin resmileşmesi için çalışmak her Kürdün görevidir. Benim de hedefimdir.
Ji mirîyén wera rehmet ji zindîyén wera serkeftin dixwazim. Dem a xweş.
Saygılarımla, Hüseyin Baybaşin